28.12.2007

Afrikalı Jacques

Bu Cezayirli Fransız tüm yaşamı boyunca Fransa ile Mağrip ülkeleri arasındaki tut-kusal ilişki üstüne düşündü.
Berque'in hayranlık uyandıran özelliği kusurlarını öne çıkarıp erdemlerini ikinci plana atmasıdır. Kusurları şöyle sıralanabilir: muhteşem bir Gaskonyalı özellikleri, her zaman haklı olduğundan kuşku duymaması, Clemenceau'ya özgü kinizmi, Sovyet mareşalinin madalya almayı bekler havasını andıran göğsü.

Erdemleri onu zorla ele geçiriyordu: ışık saçan bir bilim, deniz yıldızı gibi bir kültür, giderek çoğalan düşünsel bir imgelem gücü. Tartışmalara ne onun düşüncelerini benimseyerek ne de ona karşı çıkarak katıldım.

İlk kez 1947'de Fas'ta karşılaştım bu büyük Cezayirli ile. Jacques Berque Ferhat Ab-bas'ın arkadaşı ve geçici bir süre için konformizme karşı olan üst düzey bir memurun oğluydu. O, Protektora reformunu hazırlamakla görevlendirilmişti. Bu geniş kapsamlı bir çalışmaydı. Kendisinin tasarısıysa daha da kapsamlıydı: gerçek bir devrim. Mekanikleşme ve Berberi geleneklerinden esinlenen kolektifleşmeden oluşan bir tasarı söz konusuydu. Kolkhozes! rakiplerini kükretiyordu. Proje bozuldu, Berque'in tasarısı gerçekleşmedi.

Jacques Berque Mısır'da hem köydeki dayanışma düzeneklerini hem de emperyalizmi incelerken beni fazlasıyla büyüleyen Nasserciliğin aşırılıklarına ve zayıflıklarına karşı uyardı.

Arap özgürlüğünün olumlu değerlerine etken bir destek olmaksızın ulaşamayan bir aydın düşünce bu. (Cezayir savaşı sırasında açıkça kanıtlandı bu)
Kanımca tüm kitapları arasında en çok "İki savaş arasındaki Mağrip"i beğeniyordu. Bu kitapta, yazar, Fransız-Magreb ilişkilerinin içyüzünü ortaya çıkardı. Yazarın çözüm yollarının altında yeterince bastırılmamış bir sevecenlik yatmaktaydı.
Bu büyük bilgini biz de sevecenlikle anıyoruz.

Lirik Ozana Elveda

En büyük Fransız Arap dili uzmanlarından Jacques Berque araştırmalarının sonunda evrenselin şiirini, gelecekteki insanın görüşünü oluşturup tüm Avrupaya bir mesaj verdi. Bir başka deyişle, yüzyılına damga vurdu.

"Hiçbir zaman ölümü düşünmem". Bu tümceyi M. Serres ve benimle birlikte P. Nora'nm evindeki bir akşam yemeğinde Jacques Berque söyledi. Yazar ağırbaşlı bir gülümsemeyle başını geriye doğru uzatarak, hem koruyucu hem de meydan okuyucu bakışıyla karşısmdakilerde uyandırdığı tepkiyi gözlemliyor. Pierre konuğunu uzak bir gezegene gider gibi seyrediyor. 1974'teyiz. Michel Serres bilimin büyülediği alçakgönüllü denizci çekiciliğine dalarak çekingenlikle yansızlığa sığmıyor. Bana gelince, beni şaşırtacak bir şey yok. Ben zaten Jacques Berque'i Tunus'un yeni bağımsızlığının Cezayir isyanıyla tehlikeye düştüğü 1955 yılından beri tanıyorum. Onun yaşam, nefis, kendini tatmin etme gibi olgulara yatkın olduğunu biliyorum. O zaten cesur bir paşa, nazik bir halife, coşkun bir şeyh. Jacques Berque her an bir zafer kazanmış izlenimini uyandırıyor.

O aynı zamanda ince bir Yeni Marxçı, kutsalın anlamıyla dolu bir materyalist. Yazarın dili etkili yapmacıklarla dolu, Gide ve Rimbaud'nun biçeminin özelliklerini taşımakta. Jacques Berque'in dilinin eşi bulunmaz bir özelliği de, herhangi bir tartışmayı özün doruklarına ulaştırabilmesidir. (Tarihsel ile temel arasında oluşan diyaloglara doğru)

Bugünün okuru Jacques Berque'de (1910'da Cezayir'de doğmuştur) Cezayirli Fransız özelliklerinin nasıl ortaya çıktığına şaşırabilir: Bu özellikler yalnız bu büyük dehanın Alexandre Arcady'nin filmlerine duyduğu hayranlıkla değil, "soylu" adı verilen biçem seçimiyle de belirginleşir. Bu Cezayir okulu klasiklere hayranlık duyuyordu. Öyle ki, Paris'ten, bütün ekinlerin başkentinden uzak olmanın neden olduğu boşluğu geleneğe kıskanç bir saygıyla kapatma isteği vardı sanki. Bilindiği gibi 50'li yıllarda Michaux, Le-ins ve Rene Char'dan Saint-Germain-des-Pres'den daha çok İskenderiye'de söz ediliyordu. Ancak 40Tı yıllarda Cezayir ve Paris'te Gide, Claudel ve Valery'nin önemi eşitti.

Bu durum kimileyin çalkalanmalara neden oluyordu. "Fontaine" dergisine Saint-Pol Roux (Muhteşem ada verilen) hakkında yazan şair Max-Pol-Fouchet'nin bir tümcesini yineliyorduk birbirimize "Biraz çile çekmişti, taptaze temiz bir yüreği vardı yaşarken". Bu görkem yok eden esin kaynağını varsıllaştınyordu. Jacques Berque'in Mısır üzerine yazdığı büyük kitapta bu tür bir tümceye rastlanır. Ancak, bu, daha başarılı, daha doğru bir tümcedir. "Nil'den aşağı doğru inerken aslında gözlerimiz kamaşmış, yükselen Afrikalılığa doğru çıkıyorduk."

Geçen pazar coşku verici bir olay vardı: "İslamı Tanıma" adlı bir yayın Jacques Ber-que ile ölümünden iki hafta önce kayda alınmış bir söyleşiyle açılıyor. Jacques Berque'i biraz yaşlanmış buluyorum. Kare yüzü Fernand Leger'nin tablolarındaki gibi savaşımcı. Saçları kısacık kesilmiş, çenesi çıkık ve gövdesi şişkin. Tek değişiklik gülümsemesinde gözlemleniyor: utku dolu gülüşü daha hoşgörücü bir görünüm almış, hatta, kendisini anlayıp, onu keşfetmeye çalışan dinleyiciye karşı daha minnettar. Sanki tek başına gerçekleştirdiği araştırmalarla dolu yaşamının ödülü bir bakışta yer alıyordu. Her yeni basımda Kuran çevirisini yeniden gözden geçirdiğini, her gözlemi dikkate aldığını söylüyor Jacques Berque: "Bir çeviri iki kültür arasında bir diyalog arayışından esin aldığı oranda başarılıdır."

Ancak, Jacques Berque'e göre diyalog arayışı kültür kaynaşmasından farklı bir şey. }acques-Berque hem Arap-İslam dünyasına girmiş hem de her zaman kendi kültürüyle Arap-Islam kültürü arasındaki mesafeyi korumuştur. Son olarak kendisine inançla ilgili sorular yönelttiğimde şöyle yanıtlamıştı beni: "Zaman, zaman Müslüman olmadığımı ve olmayacağımı belirtmek için Katolik olduğumu söyleme gereksinimini duyumsuyo-rum. Kendimi varsıllaştırmak ve diğeri sayesinde kendime dönüştürmek de istiyorum, ancak ben olmaktan çıkmak istemiyorum". Endülüs'de 12. ve 13. yüzyıllarda Yahudi ve Hıristiyan din adamları, matematikçiler ve doktorlar birbirlerine destek olarak yükseli-yorlardı ve hep birlikte Aristo'yu çeviriyorlardı. Jacques Berque bunun anısına "Endülüs modeli" arayışı içindeydi. Ancak, ona göre Akdeniz'e taşman bu Endülüs çokkültür-lülüğü başat ekinleri ortadan kaldırmamalıydı. Her ülkenin kendine özgü bir kültürü olmalıydı. Özellikle Fransa bundan yoksun kalmamalıydı. Jean-Pierre Chevenement'm isteği üzerine yazdığı Eğitim Reformu Tasarısında Fransızların cumhuriyet kültürünü korumaları konusunda çok titiz davrandı.

Farklılıklarla varsıllaşma düşüncesinin Berque evreninde son derece önemli bir yeri vardır ve bu düşünce çok çeşitli araştırma alanlarına kadar yayılıp ışık saçar. "Yukarı Atlas'ın Toplumsal Yapıları" başlıklı araştırması ne denli somut olursa olsun (Bu çalışmanın yankıları Jacques Berque'e College de France'ın kapılarını açmıştır) Jacques Ber-que hiçbir zaman kutsaldan ve insanın global görüşünden kopuk bir toplumbilim düşünmedi. Onun bulunduğu ortamda böylesi antikonformizm örneğiydi, üniversitenin yıldırımlarını üzerine çekmekti.

Ancak, diğerinin karşısında bir kez daha kendi insanlarını düşünür. Mısır'da iken, sanayi uygarlığının gelişimine, coğrafi keşiflere, yeni bir lirizmin yaratımına rağmen Aydınlanma çağının iyimserliğini yitiren Batı'yı düşünür. "Tekniğin kapitalizmi getirdiği, coğrafi yayılımm emperyalizmle sonuçlandığı, şiirin tarih için ağlamaya başladığı" andan bu yana gezegendeki hümanizm aldatmacadan başka bir şey değildir. Bununla birlikte Batı insanı ya topluca var olacak, ya da olmayacaktır. "Batı insanı toprağın en alt katmanlarında yer alan kaynaklarından en usçul geleceği yakalamak zorunda kalacaktır." Üçüncü dünya insanına gelince, bir toplum için sömürgelikten çıkmak diğeriyle yetinmeyip, eski benliğini aşmaktır.
Eski Benlik? Pekiyi bu İslam mı? Kendisine destek olan patriklik ve derebeylik gibi? Hiç kuşkusuz. İşte ustanın dinsel bir radikalizme dönerek bağımsızlaşmaya son verebileceklerini ileri süren İslamcılara yanıtı. Bu sav Katolik kırsallıkta Fransız kimliğini bulmak isteyen yeni Petaincilerin ve halkçıların savıyla karşılaştınlabilir. Bütünleşenin "bağımsızlaşması" ve ulusal cephenin önerdiği anlaştırma arasındaki ayrım günden güne azalıyor. Le Pen'in İslamcılara saygı gösterilmesini dile getirmesi rastlantısal ve nedensiz değildir.

Jacques Berque'de beni en çok etkileyen, dilini ustalıkla kullanması, görkemli betimlemeleri ve içgüdüleri dışında, kendisi dile getirmese de - bağımsızlaşma düşünürü olmasıdır. - Bu Berque için XX. yüzyıl tarihinin temel olgusudur. Bence Jacques Berque belki de Charles Andre-Julien ile birlikte bağımsızlığa kavuşmayla hiçbir şeyin bitmediğini tam tersine her şeyin başladığını düşünen ilk insandı. Sartre, Fanon, Memmi gibi Berque de, sömürgenin, işçi, kadın, zenci, Yahudi gibi yabancılaştığmı düşündü. Ancak, bağımsızlaşmanın, dine dönüşün yabancılaşmayı önleyebileceğini hiç düşünmedi. Ber-que'in, bugün kimilerinin olduğu gibi hiçbir zaman sömürgelerin ne Batı'dan ne de Fransa'dan uzaklaştırılmaları gibi bir saplantısı olmadı. Tam tersine, hiç çekinmeden -özellikle Mağrip'te- birilerinin diğerlerinden yararlanabileceklerini dile getirdi.

Jacques Berque Arap başarısızlığından ve radikal İslamm görünür zaferinden çok mutsuz oldu. Özellikle yeni Cezayir trajedisi onu çok mutsuz kıldı. Sofu bir biçimde yeni bir Cezayir insanına inanıyordu: "Dünyanın Sahipsizleşmesi" bağımsızlıktan sonra Berberi-Arap ve Fransız dehası aşkının ürünleri için yazdığı şiirdir. Berque bu yeni insanı 1789 Devrimi, Auguste Comte ve Nasser ile dopdolu olan bir Ibn-Al-Arabi ve Abd-el Kader'in izinde görüyordu.

Kuşkusuz Berque hiçbir zaman Arapla İslamı birbirinden ayırmadı. Peygamberin Arap, Kuranın da Arap dilinde yazılmasını zorunlu görüyordu. Ancak, söyleşilerimiz sırasında, Arap projesinin ve İslamm eski görkemine yeniden kavuşmasının zorunlu olduğunu düşündüğü izlemini uyandırıyordu. Ancak, bizler kimi arkadaşlar (Germaine Tillon, Maxime Rodinson, Pierre Vidal-Naquet, Jean Lacouture) Saddam Hüseyin'den kaygılanırken, Berque, gücünü yitirmiş, çökmüş ve Batı insanına verecek mesajı kalmamış Arap dünyası için "Sonunda bir şeyler oldu" demekten kendini alamadı. Beni, arkadaşlarımızı, Jean-Pierre Chevenement ve Regis Debray'ın körfez krizine ilişkin çalışmalarını onaylamak zorundaydı.
Biz birbirimizden o kadar ayrılmadık, parlak düşüncelerinden yararlanmayı sürdürdüm. Berque Salman Ruşdi'nin büyük bir yazar olduğunu, ancak sürgündeyken sövgüden vazgeçmesi gerektiğini belirtmişti. Ruşdi, İran ya da Pakistan'da yaşasın, Ber-que onun yürekliliğine hayran oldu. Bence bu Yeni Marxçı, bu laik insan, bu cumhuriyetçi ozan, Kuran'da gücül bir laiklik bulunabileceğine inanıyordu. Ayrıca, Jacques Ber-que söz konusu kutsal kitabı bir anda reddedip ona inananlarla ilişkiyi kesmek yerine, Kuran ilkelerinin uygulanış biçimini izlemenin daha yerinde bir davranış olabileceğini düşünüyordu. Berque bu düşüncesini Aralık 1990'da "le Nouvel Observateuf'ün "İslamm Ustaları" başlıklı özel sayısında dile getirmiştir.

İşte bizi terk eden bir doğuculuk prensi, eşsiz bir Arap dili uzmanı ve şiir bilgisi sayesinde araştırmasını matinlere kadar genişletmiş bir toplumbilimciydi. Kuşkusuz hayran olduğu Louis Massignon'un evrenine erişemeyeceğine inanıyordu. Ancak, yine büyük bir hayranlık duyduğu Braudel ve Levi-Strauss ile karşılaştırılabileceğinden o denli kuşkulanmıyordu.
Haklıydı da.

Bilgi Şairi Büyük Doğubilimcinin ölümünden Sonra Jacques Berque

Tarihçi, etnograf yazar ve Kuran'ı çeviren Jacques Berque şiirsel bir biçimde yaşadı.
Levi-Straus, Bastide, Leiris, Rodinson gibi Jacques Berque de 1914 savaşı öncesi doğmuş kuşaktan. Savaştan 20 yıl sonra, çelişkilerin en anlamsızının ardından kendini sorgulayan dünyanın çıkmazını Avrupa dışında çözmeye çalıştı.

Yazarın kendi kökeni Güney Batı'da ve III. Napolyon'un henüz bataklık durumundayken Cezayir'in konumuna benzer bir görünüm kazandıran Landes'larda. Jacques Berque, babasının ekinsel karmaşıklığını çözmeye çalıştığı Cezayir'de doğdu. İkisi de sömürgeli değil, yöneticiydi: olayların ve insanların yapısını farklı bir bakışla gözlemlerdi. Bu da Jacques Berque'e Fas'ta görevliyken ilk büyük kitabı "Yukarı Atlas'ın Toplumsal Yapıları" başlıklı kitabını yazmasını sağladı. Savaşın sona ermesinden önce Brazzaville konferansında ekinsel biçimlerin bağımsızlığı düşüncesi doğmuştur. O güne değin bu biçimler birlikte algılanıyordu.

Mısır'da gerçekleştirdiği bir araştırma ve yaşayan antropoloji için örnekçe oluşturan Sirs Al-Layvan köyü: yaşama isteğiyle dopdolu bir halkın yoğunlaştığı küçük bir evren. Bu, Jacques Berque'in hocası Mauss'm eleştirmeyeceği bir yapıt.

Lucien Febvre'in kendisini yönlendirdiği College de France'da "Mağrip'in İç Yapısı", "Mısır", "iki Savaş Arasındaki Mağrip" başlıklı yapıtlarını oluştururken yararlanacağı toplumsal antropoloji çalışmalarını sürdürmüştür. Jacques Berque'in doğubilimciliği Massignon'unkinden farklı oldu: Ekin ya da dini hiçbir zaman ortak ya da toplu yaşamın oluşumundan ve toplumdan topluma değişiklik gösteren özelliklerinden ayırmadı.

Jacques Berque insanın zihinsel yönünü ortak yaşamda konumlandırıp, kavramlar yaratmak yerine bir toplumdaki, bir ülkedeki erkeklerin ve kadınların nasıl yaşadıklarını, doğayı ve koşullarını -ölüm, açlık, arzu, iş ve gözükmeyenin, dinsel ya da sihirlinin algılanış biçimi- nasıl algıladıklarını anlamaya çalışır. Sözlerin değersiz olanları, alışveriş, imgelem, "toplumsal olarak yaşanan"m sonsuz, karmaşık ve çeşitli biçimleri her zaman Jacques Berque'in ilgi alanında yer almıştır.

Jacques Berque'in yapıtlarının derin etkisi bitmedi. Tarih boyunca birbirine destek olan ya da karşı çıkan uygarlıklarda ortaya çıkan sonsuz sayıdaki ilişkiler ve bu uygarlıkların birbirlerinden bağımsız oluşları "Ekinötesi" kavramıyla anlatım buldu Jacques Berque'in evreninde. İşte, bu kavramın da derin etkisi hâlâ güncelliğini korumakta (İslam öncesi şiir çevirileri) "Uygarlıkların nasıl iletişim kurduklarını bir başka deyişle ölümden nasıl kaçabildiklerini anlamaya başlıyoruz: uygarlıklar evrendeşlikleriyle değil, benzersizlikleriyle birleşiyorlar. Jacques Berque bu sözleriyle Gide'in dünyadaki bü-tünleşmeciliğe karşı düşüncesine ve Barres'in ölümle ilgili düşüncesine yaklaşıyordu. Her şey bir yana, Jacques Berque uzlaşmadan mutluluk duyan bir Endülüs düşlüyordu.

Düşünür Kostos Axelos 1958'de Rue des Ecoles, de beni Berque ile karşılaştırdı. Onun deyimiyle köyden köye "göçebe yaşamı" sürdük: Mağrip'teki köylülerle, kentte yaşayan öğrencilerle, yöneticilerle konuştuk. Hatta Paris'te gezinirken kendi çevresine bakarak antropolog tutkusunu yaşıyordu.
Gerçeği söylemek gerekirse, Berque önce ve temelde bir ozan oldu. Ozan sözcüğünü ilk ve en derin anlamıyla kullanıyorum: dünyada şiirsel bir biçimde yaşayan bir ozan çünkü o dünyanın anlamını, daha doğrusu anlamlarını çözümlemeye çalıştı her zaman. Anlam sözcüğünü çoğul biçimiyle kullanmamın nedeni, Berque'in varoluşun toplumsal anlatımını Leibniz'in düşlediği "evrensel özelliğe" indirgememesiydi.

Jean Paulhan ile figürsüz sanat ve Müslüman sanatına ilişkin söyleşirken "göstergelerin anlam üstünde devinme"sinden söz eder. Berque yaşayan ve çağdaş kültürlerin birbirlerinin kaygılarını somutlaştırdıklarını önceden sezer. Ona göre biçimlerin doğuşu benzer biçimde algılanmamış bir doğaya karşı başkaldırı niteliğindedir. Berque sanatın göndergesinin yalın iletişiminkilerden çok daha varsıl ve çok daha derin düzeylerde yer aldığına inanır.

1978'de kimi arkadaşlarla toplumsal düzeye göre düşlerin farklılığını incelediğimizde bana şöyle yazmıştı: "Düşler üzerine çalışmakta çok haklısınız. Sizin de bildiğiniz gibi birkaç pırıltı dışında son yıllarda Fransa'daki durumunu çok zayıf bulduğum ideolojiyi teselli eder düşler. Ancak belki de düşlerden, uygulamadan ve birkaç oluşturucudan kalkarak yeniden ideoloji düzenlenmelidir. Berque'in deneyimi her zaman birilerinin ve diğerlerinin yapay bir biçimde dünyadan edinecekleri izlenimden önce geldi. Bu da kuşkusuz şiirsel bir çabaydı.


Cogito güz 5 - 1995 - Jean La Couture - Fransızca'dan Çeviren: Emel Ergun )

Hiç yorum yok: