27.12.2007

Demokrasinin Beşiği Süpermarket mi ?

Sosyalist demokrasi ve liberal demokrasi gibi kavramlar, doğrudan demokrasi ve temsili demokrasi gibi yöntemler, Batı Avrupa demokrasileri ve İskandinav demokrasileri gibi örnekler, demokrasi tartışmalarında hâlâ varlıklarını hissettiriyorlar. Ama "pop demokratlar"m gündelik tüketime yönelik üretim birimlerinde, bir yandan aralarında kur farkları oluşturulmaya çalışılırken, diğer yandan piyasa değerlerini topluca yitiriyorlar. 80'lerin ve 90'larm dizayn özelliklerini taşıyan bazı kavramlar ise, yine borsa diliyle "tavan yapıyor". Mesela, süpermarket demokrasisi...

Tüketim ruhunun itinayla üretildiği, demokrasi kavramının aynı mantıkla tüketildiği ve bunun "kaçınılmaz değişim" olarak adlandırıldığı bir dönem, çok farklı bir şey de yaratamazdı zaten. Kavramların, değerlerin, insanların ve "söz"ün nasıl büyük bir hızla tüketilir olduğu gayet iyi biliniyor artık. Süpermarket demokrasisi ise tüketimin düz anlamından, yani "mal" ihtiyacının karşılanmasından kaynaklanıyor. Ama tüketim 90'lardaki geniş anlamının çözümlenmesine ilişkin birçok ipucu da içeriyor.

Bir markete giriyorsunuz.Gündelik ihtiyaçlarınızı karşılamak derdindesiniz. Önünüzde neredeyse sınırsız seçenek var. Her kalem mal, farklı çeşitleriyle, farklı ambalajlarda ve farklı fiyatlarla reyondaki yerini almış durumda. Siz, hiç kimsenin müdahalesi-olmaksızın, istediğiniz ürünü seçebiliyorsunuz... Çeşit bolluğu "çoksesliliği" simgeliyor, istediğiniz ürünü seçebilmeniz ise tercih hakkını ve özgürlüğü. Sonuçta ortaya süpermarket demokrasisi çıkıyor...

Kavramın adı süpermarket demokrasisi ama anlatılan, bir grossmarket ortamı. Türkiye'deki taze örnekleri üzerinden gidersek, 3M Migroslar gibi, Carrefour gibi, Metro gibi, yiyecekten giyeceğe, elektronikten nalburiyeye her tür malın satıldığı bir yer. Grossmarketler, Avrupa ile ABD'de orta ve orta-alt sınıflara, Türkiye'de ise, şimdilik, ağırlıkla orta ve orta-üst sınıflara sesleniyorlar. Süpermarket demokrasisinin zaafı da bu sınıflar ayrımında ortaya çıkıyor işte.
Güçleriyle, nüfuzlarıyla ya da servetleriyle "elit" kategorisine dahil olmuş insanlara, özel şov anları dışında, süpermarketlerde pek rastlanmaz. Onlar için, bizzat gittikleri butikler, herkesin giremediği galeriler, genellikle kendilerinin de uğramadığı şarküteriler vs. vardır. "Mal"ı bu özel alanlarda, özel hizmetler eşliğinde edinirler. Çünkü onlar için, yine özel "butik demokrasisi" geliştirilmiştir ve seçme özgürlüğünün yanında, sipariş yoluyla, belirleme özgürlüğünü de kazanmışlardır.

Oysa süpermarkette ya da grossmarkette böyle bir belirleme özgürlüğü yoktur çünkü sipariş şansı yoktur. Çeşit ne kadar bol olursa olsun, her şey önceden hazırlanıp uygun görülen alanlara yerleştirilmiştir. Hazırların içinden seçim yapılır. Belirleme özgürlüğünün olmaması, yaratıcılık menzilinin de kısıtlanması anlamını taşır. Üstelik seçme özgürlüğü, bütçe elverdiğince genişleyebilen, bütçe kısıtlandıkça kısıtlanan bir özgürlüktür.

Ve, bütçeleri hiç elvermediği için, hiç seçemeyen insanlar vardır. Türkiye'deki oranları, üç aşağı beş yukarı, hepimizin malumu olan; Batı'daki özellikle de ABD'deki oranlarının kayda değerliği ise çoğumuzun malumu olmayanlar... Onlar ya söz konusu marketlerin kapılarından hiç giremezler ya da reyonlar arasında seçme özgürlüklerini değil hayatta kalabilecek kadar "edinebilme" imkânlarını kovalarlar.

İşte bu şema, deyimin tersten okunuşuyla, adı gitti kendi kaldı yadigâr Yeni Sağ'm demokrasi anlayışıyla, zihniyet kalıplarıyla ve on beş-yirmi yıllık icraatıyla tam örtüşür: Aslen iktidar seçkinlerine ait olan özgürlüklerden, tüketim ve alım güçlerine göre diğer toplumsal kesimlerin de yararlanmasına dayanan bir demokrasi anlayışı; en alttakileri ve en güçsüzleri, biraz ortadakiler için ama daha çok "yukardakiler" için feda edebilen bir değerler sistemi; bunların hepsini meşru gören, hayatın kuralı sayan bir hoyratlık... Ve, giderek daralan sosyal mobilizasyon kanallarının sübap niyetine kullanıldığı bir kaos ortamı: insanın toplumsal yaşam içindeki konumunu tüketim gücü belirliyor, tüketim gücünü ise toplumsal yaşam içindeki konumu.

Süpermarket demokrasisi, bir kavramın ötesinde bir zihniyet olarak, insanın kimliğini tüketimine göre değerlendiriyor, biçimlendiriyor, onaylıyor ya da onaylamıyor. Tüketim gücü sınırlı olanların tercih şansları da sınırlandığı için, "mal" edinme şansları azaldıkça kimlik tercihleri de azalıyor. Süpermarket demokrasisinin yine bir zihniyet olarak egemenlik kurduğu hayat alanlarında, tüketim dışındaki bir sistem üzerinden biçimlendirilmiş kimlikler ise kabul görmüyor...

Başa dönüp, süpermarket demokrasisiyle liberalizm kavramı arasında bir fark bulunup bulunmadığını, böyle bir fark varsa bunun bazı pazarlama departmanlarınca üretilmiş bir imaj olup olmadığını tartışabiliriz. Ya da az öteye sıçrayıp, her zamanki gibi Ferhan Şensoy'un "Bakkal insan/Süpermarket makine" şarkısından hareketle, gücünü yitiren "muhabbet" gelenekleri üzerine bir şeyler söyleyebiliriz. Ama süpermarkette biraz daha kalmak en iyisi galiba...
Süpermarketten ya da grossmarketten alışveriş yapmanın hiçbir zevki yok mu? Zevk duymadıklarını söyleyenlerin samimiyetleri su götürmez ama, işin doğrusu, aynı samimiyette bir zevk alanlar çok daha fazla. 1930'da New York'ta açılan ve bugünkü sü-permarketlerin prototipi olarak görülen ilk mağazanın ortaklarından Michael Cullen, süpermarketin mucidi sayılıyor. Aslında geleneksel pazar yerleri bile, "derin ortam farkı"na rağmen, eski süpermarket versiyonları olarak değerlendirilebilir. Ama diyelim ki Cullen süpermarketin mucidi; ilk mağazayı 1930'da o açmasaydı birkaç yıl sonra bir başkası açacaktı. Çünkü hayat o yönde ilerliyordu ve daha önemlisi, insanın doğasmda-ki bir şey süpermarketlerin temelini çok önceden atmıştı: Tüketme arzusu...

Tüketim kavramının çağrıştırdığı olumsuzluklar yüzünden, bu arzuya başka bir ad aramamız gerekebilir. Ama sonuçta, kastedilenin ne olduğu malum: Herkeste değilse de çoğu insanda görülen iyi beslenme, farklı tadlar yakalama, güzel şeyler giyme, pratik ya da eğlenceli araçlar edinme arzusu ve "gözümüz bolluk görsün" talebi... Süpermarketler ve grossmarketler, binlerce çeşit malla, bolluk sevinci uyandıran görüntüleriyle bu geleneksel arzuya ve bu geleneksel talebe hitap ediyorlar. Yalnızca her çeşit mal satan marketler değil, yakın büyüklükteki "ihtisas marketleri" de öyle. Yeni yeni Türkiye'de de açılmaya başlayan kırtasiye marketleri, mesela. Her renkten binlerce kalem, kalemlikler, silgiler, boyalar, çeşit çeşit kâğıtlar... Ya da ABD'deki TOYS'R US zincirininin halkaları gibi, dev oyuncak marketleri. Bu zevki de herkes paylaşmayabilir ama elinizde bir sepetle, ucuz ve basit oyuncakların çoğunluğu oluşturduğu on binlerce oyuncak, top, balon arasında gezinmek, büyükler de yaşasa çocuklar da yaşasa, anlaşılması zor bir zevk değil herhalde.

Peki, Oyuncakçı Dede ne olacak? Özellikle orta sınıf yerleşim bölgelerindeki oyuncakçıların, bakkalların, manavların işleri zor. Elbette ki hiçbir zaman tam olarak silinmeyecekler ama giderek azalacaklar. Bu -yine aynı noktaya geldik- bir ilişki geleneğinin, bir muhabbet kanalının tıkanması demek. Dahası, alıcı için, alışveriş biçimini ve ürünü kısmen belirleme şansından daha da uzaklaşılması demek.

"Sıradan insanlar"ın küçük mağazalarla ilişkileri, butik demokrasisinden farklı bir şey: Gücün kazandırdığı ayrıcalıkla, bire bir insanî ilişkinin arasındaki fark... Küçük esnaf kurumunu kutsamak abartılı bir tavır olabilir ama bu kurumun silinmesi de hayat için bir kayıp olur.
Bir yandan küçük alışveriş birimlerinin hayatî ya da insanî önemi, diğer yanda sü-permarketten alışveriş yapmanın, muhatap "makine" kategorisine de girse, yine insanî sayılabilecek zevki... Bu ikisinin arasında bir denge kurabilir mi, hayat iki kurumu birden yaşatabilir mi, kestirmek zor. Ama şurası kesin ki, o kurum aracılığıyla ya da bu kurum aracılığıyla, insanlar tüketecek...
"Tüketmek" fiilinin yerine başka bir sözcük arayabiliriz yine, sonuç değişmez; insanlar tüketecek... Medya eleştirisi yapmaya çalışırken "Ben medyaya karşıyım" diyenler var hani; medyaya karşı olmanın anlamı, dile getirilmeyen bir büyük derinlik yoksa, hiç gazete çıkmasın, hiçbir radyo ve televizyon yayın yapmasın talebine denk düşüyor. Bütünüyle tüketime karşı olmak da benzer bir tavır işte; tüketim toplumunun eleştirisiy-le tüketime tamamen karşı olmanın arasındaki farkı atlayan bir söylem...

Evet, insanlar tüketecek. Önemli olan, kavramların, değerlerin ve insanların tüke-tilmesiyle, insanlar için üretilmiş malların tüketimi arasındaki farkı görebilmek; insanların toplumsal statülerini ve kimliklerini tüketim standartlarının belirlediği bir hayat rüzgârına karşı çıkabilmek; bir gün herkesin eşit ya da çok yakın alım gücüne sahip olabileceği düşüncesini, haksızca atıldığı defolu mallar reyonundan kurtarabilmek; pahalı bir güneş gözlüğünü insan yüzünden daha önemli hale getirebilen zihniyet karşısında yenilgiyi kabullenmemek... Ve böyle bir tavrı, hayatın içinde etkili kılabilmek...

Nasıl olacak bu? Adı, niteliği, önermeleri, yöntemi tartışmaya açık bir demokrasi anlayışıyla. Nasıl olmayacağının cevabını ya da cevaplarından birini ise tartışmaya bile gerek yok: Süpermarket demokrasisi ile olmaz...

( Cogito 5 güz 1995 - Can Kozanoğlu )

Hiç yorum yok: