24.12.2007

Öğrenme Üzerine...

Eski Yunan filozoflarının söylemleri ve bilgi kuramına ilişkin düşünceler, öğrenmeye ilişkin ilk çıkarımlar.O dönemlerde bilginin tanımı; kaynakları, biçimleri ve gerçekliğine değinen düşünürlerin ortaya koydukları, günümüz kuramlarında da felsefi dayanaklar olarak yeniden yaşam buluyor. Örneğin, hemen hemen tüm bilgi birikimlerimizin deneyimler yoluyla edildiğine İnanan Aristoteles, bilim tarihine ve özellikle de öğrenme literatürüne damga vurmuş, davranışçı akımın temeline kaynak oluşturuyor. Bilgi birikiminin yalnızca soyut mantıkla oluşturulabileceğini ve kimi bilgilerin doğuştan zihnimizde var olduğunu vurgulayan Platon ise bir anlamda bilişsel işleyişlerin önemini vurgulamış oluyor. Bugün bHlmlnsanlan öğrenmede hem bilincinde olmadığımız koşullanmaların hem de düşünsel İşleyişlerin söz sahibi olduğunda hemfikir: Öyleyse Öğrenme sürecimiz ve bellek oluşumu karmaşık bir düzen içinde işliyor. Bu düzen içinde psikolojik ve biyolojik süreçler birbiriyle etkileşim içinde bulunuyor.

Öğrenmeye ilişkin bilimsel kuramlar Charles Darvvin'in evrim kuramından büyük ölçüde etkilenmiş durumda. Çünkü öğrenme, temelde yaşam savaşımız sırasında çevreye uyum sağlayabilmemiz adına sahip olduğumuz biricik yeti. Bu nedenle de öğrenme mekanizmaları yalnızca insana değil, gerek sosyal gerekse fiziksel çevresiyle birebir ilişki içinde bulunan tüm hayvanlara özgü. 19. yüzyılda, Darvvin'in biyolojik evrim kuramını tüm topluma uyarlayan Herbert Spencer, bireysel bilincin toplumsal ilerlemedeki önemine değinirken, bireylerin yalnızca biyolojik uyumunun değil, sosyal uyumunun da yaşamsal değer taşıdığını vurguluyor. Öyleyse Spencer, Darvvin'in kuramını bir anlamda sosyal bir platforma oturtmuş oluyor. Bu kuram bilgi toplumlarının nasıl oluştuğu konusunda bizlere fikir veriyor. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda internet sayesinde bilgi artık geniş kitlelere kolayca ulaşabiliyor. Ancak sistemdeki bilgilerin herhangi bir kontrol mekanizmasından yoksun olması bilgi kirliliğini de beraberinde getiriyor. Bu nedenle de hangi bilgiye dikkatimizi verip hangi bilgiyi görmezden gelmemiz gerektiği belki de hiç olmadığı kadar büyük önem taşıyor. Çünkü kitleler internet ağı aracılığıyla rahatça öğrenip yönlendirilebiliyor. İnsan zihni öğrenmeye oldukça açık. Bu amaç adına tarih boyunca evrilegelmiş pek çok öğrenme mekanizması barındırıyor. Bu farklı öğrenme mekanizmalarının ilişki içinde bulunduğu sinir sistemleri ve beyin bölgeleri de çeşitlilik gösteriyor. Bugün, toplumların gelişimiyle beraber edinilmiş bu çeşitlilik sayesinde gerek fiziksel, gerek sosyal eylem ve kavramları rahatça anlayıp öğrenebiliyor, kuramlar oluşturabiliyor, kavramsal düşünebiliyoruz.

ÖĞRENMENİN BİYOLOJİSİ

Evrim tarihine göz attığımızda insanoğlunun geçmişi, bundan yalnızca birkaç milyon yıl öncesine dayanıyor. Bu süreç içerisinde doğal yollarla edinilmiş pek çok öğrenme biçimi kazanmış olduğumuza tanık oluyoruz. Duyu, duygu, akıl ve bedenimizle yaşadıklarımız, yaşam deneyimlerimizin büyük bir kısmını oluşturuyor. Olayları birebir yaşayarak genel geçer dünya bilgilerine ulaşıyor, hayatta kalmak için ne zaman nasıl davranmamız gerektiğine dair zihinsel şemalar oluşturuyoruz. Örneğin, bebekliğimizde ateşe dokunup canımızın yandığını görünce, sıcak nesnelerden uzak durmamız gerektiğini öğreniyoruz. Ya da kapıya elimizi sıkıştırdığımızda parmaklarımızı kapı aralıklarından uzak tutmamız gerektiğini... Ancak, öğrenme biçimlerimiz evrimin bizlere kazandırdığı bu yetilerle sınırlı değil. 5000 yıl öncesinde yazının keşfi ve özellikle de yaklaşık 200 yıl öncesinde gerçekleşen endüstri - teknoloji devrimiyle beraber öğrenimde açılan yeni bir devrin yaşamlarımıza bambaşka öğrenme biçimleri katmış olduğunu görüyoruz. Artık bugün, olayları yalnızca gerçekleştikleri koşullar ve çevrede gözlemleyerek değil, kitaplardan okuyup, belgesellerden izleyip, uzman ve öğretmenlerden dinleyerek de öğrenebiliyoruz. Ancak, altını çizmemiz gerekir ki, sosyal evrimle beraber öğrenme biçimlerimizde gerçekleşen bu çeşitliliğe karşın, insan türü olarak biyolojik ve psikolojik öğrenme mekanizmalarımızın pek de değişmediğini gözlemliyoruz. Bunun temel nedeniyse, genetik evrimin sosyal evrim kadar hızlı gerçekleşmemesi. Diğer bir deyişle, yüzyıllar öncesinde atalarımız deneyimleri sonucu hangi hayvanı hangi araç gereçle avlayacaklarını öğrendiklerinde, beyin kimyaları ve fizyolojilerinde ne gibi değişimler oluyorduysa, bugün bizler de kitap okuyup bir şeyler öğrendiğimizde beynimizde hemen hemen aynı değişimler oluyor.

Öğrenme Sinir Ağlarının Yapılarında Değişime Neden Oluyor

Geçmişte bilim dünyası, yaşlanmaya başladıkça beynimizdeki sinir ağlarının da oldukları gibi sabitlendiğine ve yenilenme yetisinden yoksun olduklarına inanıyordu. Ancak, son 20 yıldır yapılan çalışmalar öyle gösteriyor ki, beyin değişimi ve uyum sağlama süreci sürekli bir devinim içinde. Öğretim kanalları ya da kişisel deneyimlerle yeni bilgi ya da yetenekler edindikçe, beynimizdeki sinir ağlarının yapısı değişiyor ve bu bilgiler daha sonra kullanılmak üzere uzun süreli belleğimizde kodlanıyor.
Öğrenmenin beynimizde yeni sinir ağlarının oluşumunu tetiklediğinden bahsediyoruz. Peki, beynimiz bunu nasıl başarıyor? Yeni bilgiler edindikçe, sinir ağlarını yeniden nasıl düzene koyabiliyor? Bunu açıklamak için, isterseniz basit bir örnek kullanalım. Beynimizi bir fotoğraf makinesi filmi olarak düşünelim. Fotoğraf makinemizle güzel bir ağacın resmini çekmek istiyoruz. Resmi çektikten sonra, makinemizdeki film ağacın görüntüsüne, yani yeni bir bilgiye maruz kalmış oluyor. Benzer şekilde belleğimize yeni bilgilerin kaydedilmesi için de, beynimizdeki sinir ağlarında bir takım değişikliklerin gerçekleşmesi gerekiyor. Bu değişim de, beyindeki sinir hücrelerinin, merkezi sinir sistemini besleyen glia hücrelerinin ve damar hücrelerinin tümünün payı var. Sinir hücrelerinin iç yapıları farklılaşıyor ve sinir hücreleri arasındaki kimyasal ve elektriksel iletişime olanak sağlayan sinapsların sayıları artıyor. Yeni bir şeyler öğrenmeye devam ettikçe, beynimizdeki bu sinir ağları büyüyüp karmaşıklaşıyor; olaylar arasındaki bağlantıları daha kolay kurabilmeye başlıyoruz. Dikkat çeken bir nokta var ki, kurulan bu yeni sinir ağlarını genler yoluyla bir sonraki nesle aktaramıyoruz. Bu nedenle de yeni doğmuş bir bebek bizimle aynı yaşam bilgisine sahip olmuyor. Ancak, uzmanların yaptığı son araştırmalara göre, kimi bilgileri öğrenmeye daha yatkın doğuyoruz. Bu yatkınlık da, önceki kuşakların deneyim ve bilgilerinin bir kısmının genetik olarak kodlanabildiği ve bir sonraki neslin öğrenme sürecine etkide bulunabildiğini gösteriyor.

Beyin ve Öğrenme

Beyin öğrenme süreci içerisinde bilgiyi duyular yoluyla tarayıp, işleyip depoluyor ve gerekli olduğu zaman geri çağırıyor. Bu döngüde onu bir tür bilgi işlemleyici-ye de benzetebiliriz. İşte, beynin bu bilgi işlemleme özelliği ve öğrenme yetileri, bir canlı olarak sosyal çevremizle iletişim içine girip sağlıklı bir şekilde neslimizin devamını getirebilmemize olanak sağlıyor. Öyleyse öğrenme kavramını bellek kavramından uzak tutabilmemiz mümkün değil. Önce öğrendiklerimiz zihnimizde kodlanıyor, gereksinim olduğu zamansa bu bilgiler kodlandığı yerden geri çağrılıyor.
Düşünme, öğrenme ve bellek süreçlerinin biyolojisine baktığımızda, bir takım kimyasal moleküllerin sinir hücrelerinde-ki proteinlerin almaç (reseptör) kısımlarına bağlanarak düşünce, anı, bilgi dağarcığı ve edinilmiş yetenekleri barındıran sinir ağları oluşturduklarını görüyoruz. Ancak, bilim dünyası bilginin ne şekilde kodlandığına ilişkin henüz kesin bir bilgiye sahip değil. Bu konuyla ilgili olarak birbiriyle çelişen pek çok biyolojik ya da psikolojik kuram bulunuyor. Her ne kadar sistem tam olarak çözülememiş olsa da, bilginin kodlanmasında pek çok nörotrans-miter (sinir hücrelerinin birbirleriyle iletişiminde kullanılan kimyasal mesajcılar), nöropeptit (bir çeşit nörotransmiter) ve hormonların kullanıldığı, bilinen bir gerçek.
Öğrendiklerimizin saklanma aşamasında bellek iki ayrı kategoride inceleniyor: Tanımlanabilir (deklaratif) bellek ve ref-leksif (prosedüral) bellek. Dünya hakkında sahip olduğumuz genel geçer bilgiler ve zaman ve yerini hatırlayabildiğimiz olaylar sözcüklerle ifade edilebilir, tanımlanabilir belleğimizde kodlanıyor; "su 100 °C'de kaynar." gibi. Ya da reşit olduğumuz yaş günü partimiz. Bir şeyleri yapmak için izleyeceğimiz yollarsa refleksif belleğimizde kodlanıyor. Örneğin, bisiklete binme bilgisi.
Bu iki bellek türünden sorumlu beyin bölgeleri birbirinden farklılık gösteriyor. Çünkü tanımlanabilir belleğin oluşması bilinçli bir düşünme süreci gerektiriyor. Bu bellekte kodlanan bilgiler, kişisel algı yapılarımız ve geçmiş deneyimlerimizden büyük etki görüyor. Refleksif belleğimiz-se eylemin tekrarlanması sonucu zaman içinde pekişerek oluşuyor. Algı ve motor (hareketle ilgili) yeteneklerin kazanılması refleksif bellekle oluyor. Tanımlanabilir belleğimizle ilişkili beyin bölgeleri hipo-kampüs, amigdala ve limbik sistemin tüm bölümleriyken refleksif belleğimiz için duyu - motor korteks, bazal çekirdek ve beyinciğin adı geçiyor. Farklı bellek türlerimiz için farklı beyin bölgelerimizin baskın olması oldukça doğal. Tanımlanabilir belleğimizde adı geçen amigdala aslında bir çeşit duygu merkezi. Bu da, yaşadığımız olayları hatırlarken o olaylar sırasında neler hissettiğimizi de eş zamanlı anımsamamızı olanaklı kılıyor. Örneğin, "Onunla ilk karşılaştığım gün nasıl heyecanlı olduğum halen aklımda" gibi cümleleri sıkça kurabiliyoruz. Hipokampüs ve limbik sistem de yine öğrenme ve duygularla ilişkili. Duygu durumumuz öğrenme sırasında da oldukça önemli. İster aşırı sevinç ve heyecan, isterse derin üzüntü olsun, yoğun duygular, öğrenmeyi olumsuz bir şekilde etkiliyor. Refleksif belleğimizde adı geçen duyu - motor korteks, iskelet kaslarımızın kontrolünden sorumlu. Herhangi bir eylem için izlememiz gereken bilinç dışı basamaklar bu şekilde ayarlanıyor. Örneğin, yüzerken atacağımız her bir kulaç için bilinçli bir düşünce sürecinden geçmiyoruz; bir süre sonra hareketlerimiz otomatikleşiyor. Yine refleksif bellekte adı geçen bazal çekirdek beden hareketlerimizin, beyincikse kas hareketlerimizin kontrolünden sorumlu.

Kısa ve Uzun Süreli Bellek

Duyu yoluyla bilgiyi sistemimize aldıktan sonra bu bilginin zihnimizde işlenip kodlanması gerekiyor. Öğrenme, bu sürecin sonunda gerçekleşmiş oluyor. Bilginin işlenip kodlanması sırasında üç farklı bellek türü görev yapıyor: Duyusal bellek, kısa süreli bellek ve uzun süreli bellek. Duyusal bellek görüntü ya da seslerin milisaniye bazında akılda tutulması sırasında işlerlik kazanıyor. Örneğin, bir resme baktığımızda ya da bir ses duyduğumuzda sistemimize giren bu bilgiler ilk olarak duyusal belleğe geçiyor. Bu bellekte çok kısa bir süre için tutulduktan sonra ikinci durak olan kısa süreli belleğe atılıyorlar. Kısa süreli bellek, sinir hücreleri arasında devam eden elektriksel etkinlik aracılığıyla gerçekleşiyor. Diğer bir deyişle, sinir hücreleri arasındaki elektriksel akım işler olduğu sürece, akılda tutulan bilgi anımsanmaya devam ediyor. Bu akım tüken-dikçeyse bilgi unutuluyor. Kısa süreli bellek, çalışma belleği olarak da adlandırılıyor. Çünkü o anda hangi bilginin üzerinde çalışıyorsak, kısa süreli belleğimizde o bilgi bulunuyor. Örneğin, telefonda konuştuğumuz kişi, bize bir telefon numarası veriyor. Eğer yanımızda kâğıt kalem yoksa bu numarayı aklımızda tutmaya çalışırken aslında kısa süreli belleğimizi kullanıyoruz.
Uzun süreli bellekse, kısa süreli bellekten gelen bilginin uzun süreler için depolanmasında görev alıyor. Uzun süreli bellek, sinir hücreleri arasındaki elektriksel etkinlik gibi andan ana değişen olaylardan bağımsız. Bu bellek türünde öğrenme sonrası gerçekleşen olayları daha çok yapısal değişiklikler oluşturuyor. Protein senteziyle gerçekleşen yapısal değişimler, sinaps sayısında artışa neden oluyorlar. Bu yüzden de anestezide olduğu gibi sinir etkinliği geçici olarak durdurulduğunda kişinin geçmişe ilişkin belleği silinmiyor. Bu tür durumlar yalnızca kısa süreli belleği etkiliyor.

Kaynaklar:
http://faculty.washington.edu/chudler/plast.html
http://www.comfsm.fm/socscie/biolearn.htm
Widmaier E. P., Raff H., Strang K. T. (2004). Human Physiology (The Mechanisms of Body Fundion)

Hiç yorum yok: