24.12.2007

Toplumsal Çevrenin Önemi

Hepimiz toplumsal bir çevrede, o toplumsal çevrenin benimsediği normlar, kurallar, örf ve adetlerle yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz bu toplumsal çevre, düşünce ve davranışlarımızı öylesine etkileyebiliyor ki, bir süre sonra bizler de bir birey olarak o topluluğun aynası haline gelmeye başlıyoruz. Öyleyse insanlarla iletişim içine girdiğimiz her an, bizim için eşzamanlı bir öğrenme süreci anlamına geliyor. Gözlemlediğimiz bir kişinin, yaptığı bir eylem sonunda zarar görmesi, bizleri de o davranıştan uzak tutuyor. Ya da benzer şekilde başkası yaptığında ödüllendirilen davranışlar, bizlerde de onu eyleme geçirme eğilimi uyandırıyor. Sonuç olarak herhangi bir şeyi öğrenebilmemiz için onu mutlaka kendi deneyimlerimizle sınamamız gerekmiyor. Başkalarını gözlemleyerek de öğrenme mümkün. Bu noktada dikkat, önemli bir unsur. Çünkü birini gözlemleyerek onun yaşadıklarından bir şeyler öğrenebilmemiz için öncelikle ona dikkatimizi vermemiz gerekiyor. Kişiye, yani modele dikkatimizi verdikten sonra bilişsel etmenler devreye giriyor. Yapılan davranışı ve modelin gördüğü ödül ya da cezayı daha sonradan da hatırlayabil-memiz, öğrenme sürecimizde önemli bir yer kaplıyor. Bu hatırlama sürecini kuvvetlendi-rense hiç kuşkusuz tekrarlar. Davranış model tarafından ne kadar sık tekrarlanırsa, gözlemcideki öğrenme o denli kuvvetli gerçekleşiyor.

Bilişsel işleyişlerle toplumsal iletişimin bu denli yakın olması, aralarında nedensel bir ilişkinin bulunup bulunmadığıyla ilgili olarak akıllarda soru işareti uyandırıyor. Bu soruya bir yaklaşım olarak sosyal gelişim kuramının fikir babası L. Vygotsky, bilişsel gelişimlerimizin toplumsal ilişkilerden etkilendiğini öne sürüyor. Vygotsky'e göre çocuğun kültürel gelişimindeki her bir işleyiş kendisini iki aşamada açığa vuruyor: İlki, içinde büyüdüğü toplumsal çevredeki gereksinim ve ilişkileriyle şekillenen toplumsal aşamayken, ikincisi bu amaçla geliştirdiği eylem ve düşünceleri içselleştirildiği bireysel aşamadan oluşuyor. Vygotsky'nin kuramındaki diğer bir noktaysa bilişsel gelişimdeki potansiyelde "yakınsal gelişim bölgesi". Bu, toplumsal ilişkiler içinde bulunulmaya başlandıkça ulaşılan bir gelişim düzeyi. Kurama göre çocuk, toplumsal etkileşimler sırasında, erişkinlerin rehberliği ve arkadaşlarının yardımıyla tek başına erişebileceği noktadan çok daha ileri bir zihinsel gelişim düzeyine ulaşabiliyor. Vygotsky'nin kuramının en önemli uygulama alanı, dil gelişiminin açıklanmasına yönelik varsayımları. Bir bebeğin dil öğrenirken kullandığı ilk ifadeler çevresiyle iletişim amaçlı olsa da, daha sonra bu ifadeler gelişiyor ve kişinin iç sesinin oluşumunda temel oluşturuyor.

"Modanın toplumsal bir etki olduğunu ve giyinme davranışımız üzerinde yoğun etkide bulunduğunu söyleyebiliriz."

Şiddet Görüntüleri Çocukları Etkiliyor

1961 yılında "gözlemleyerek öğrenme" kavramını bir deneyle ispatlayan Albert Bandura'nın yaptığı çalışma, sonuçlarının televizyon programlarının çocuklar üzerindeki etkisine gönderme yapması açısından önem kazanıyor. Bandura, deneyinde bazı çocuklara bir film izlettiriyor. İzlettirdiği filmde, "Bobo doll" adı verilen bir oyuncağa bağırıp söven, onu tekmeleyen bir ergin görülüyor. Bunu izleyen çocuklar, daha sonra teker teker oyuncakla dolu bir odaya almıyorlar. Tam oyunlarının ortasında, biri gelerek bu oyuncaklarla artık başka bir çocuğun oynayacağını söylüyor. İlgi çekici bu odadan çıkarılan ve hayal kırıklığına uğratılan çocuk, içinde az oyuncağın bulunduğu bir başka odaya almıyor. Bu odadaki oyuncakların arasında "Bobo doll" da bulunuyor. Filmi izleyen gruptaki çocukların, "Bobo dolF'a daha saldırgan davrandıkları gözleniyor. Bandura, bir sonraki deneyinde, bir manipülasyon daha yapıyor. Şiddeti uygulayan kişi, bir grup çocuğa izletilen filmde ödüllendiriliyorken, diğer çocuklara izletilen filmde cezalandırılıyor. Sonunda ödül olan filmi izleyen çocuklarda, şiddet davranışı daha fazla gözlemleniyor. Ancak sonunda ceza gören birini izleyen çocuklar, davranışı yapmaktan kaçmıyor. Öyleyse TV filmlerinde kötü adam cezalandırılırsa, çocuklar şiddeti öğrenmemiş mi oluyor? Ne yazık ki hayır. Sonunda kötünün cezalandığı filmi izleyenler, yalnızca öğrendiklerini davranışa geçirmemiş oluyorlar. Çünkü Bandura, bu filmi izleyen çocuklara sonunda şeker vereceğini söylediğinde ve onlardan izlediklerini anlatmalarını istediğinde, Bobo DolFa vurmayan çocuklar da en ince ayrıntısına kadar şiddeti anlatıyorlar. Bandura'nın yapmış olduğu bu deney, bir şeyi öğrenmekle, o şeyi davranışa dökmek arasındaki farkı açığa koymuş olması bakımından oldukça önemli bir yere sahip. Çünkü bilişsel öğrenme, koşullanmaların tersine her zaman davranışlarda bir değişim yaratmayabiliyor. Ancak düşünsel olarak zihnimize kazınan mesajlar, ilerideki durumlara vereceğimiz yanıtları belirlemede önem kazanıyor. Bandura'nın, televizyondaki şiddetin çocukların ilgisini neden çektiğine ilişkin varsayımları da var. Çekici, yakışıklı, güçlü yüzlerin ekranda savaştığını gören çocuklar, hoşa giden modellerin sorunlarını bu şekilde çözdüklerini düşünüyorlar. Bunun yanı sıra, şiddet programlarının çoğu, çocukların tam da ekran başında olmaları beklenen saatlerde yayınlanıyor.

Kaynaklar:
http://www.mhhe.com/socscience/comm/bandur-s.mhtml
http://teachnet.edb.utexas.edu/~lynda_abbott/Social.html


Hiç yorum yok: