27.12.2007

Yeni Giysi , Aydınlatılmış Vitrin

Kadifeden bir yaka yakışır. Dicton

Kuşkusuz kimse kendi derisinden çıkamaz. Ama bir başkasının üzerine bir deri geçirmek oldukça kolaydır; o zaman değiştirmek giydirmenin eşanlamlısına dönüşür. Yeni açılan temiz bir gömlek yeni günün beyazlığmdadır, yeni bir manto tutukevinden çıkan tutuklunun geçmişini unutturmaya yeterlidir. Seçilebilen giysi insanı hayvandan ayırır ve giysiden daha eski olan mücevher günümüzde de giysiye değer katsın diye ona eklenir. Kadın vücudunu elbisesiyle örterken, vücudunun bir bölümünü de mücevherle örter. Başka bir tuvaletin içinde, iç çamaşırlarının hoş kokusunda başka duyumsar kendini. İnsanın kendini tüm görünümleriyle denemesi genellikle bir görünüş değişikliğiyle başlar, terzinin yaratabileceği bu görünüş kusursuz olduğu ölçüde değişkendir de. Yaşlı ya da çok dolaşmayı sevmeyen insanların neden hep aynı biçimde giyinmeyi daha elverişli buldukları böylece anlaşılıyor. Oysa öbürleri, ancak üzerlerinde bulunan takımın kesimi de kusursuzsa, kendilerini kusursuz duyumsarlar.

İyi Düzenlenmiş Vitrin

İçinde gezindiğimiz, sağma soluna baktığımız capcanlı sokağa girelim. Aydınlatılmış vitrinlerin parlaklığı, ağaçların ardından, ağaçlı yolun bizi de çağırarak çıktığı meydandan bize ulaşır. Bizi çağıran, camın ardında görkemli bir biçimde aydınlatılmış tüm o mallardır gerçekte, müşteri bekleyen o mallar. Dikim aşamasından sonra, yalnızca düşlerin yaşama geçmesi dileğini uyandırmak için var olan sergileme gelir. Sergileme ancak kapitalist açık pazarla ortaya çıkmıştır ve batı ülkelerinde işlevi hâlâ "gereksinimler, özellikle kişisel bir imin izini taşıyan türden gereksinimler uyandırmaktır". Gerçekte iş adamının en pahalı isteğini, kazanç elde etme isteğini yerine getirmek amacıyla...

İşte bu nedenle başarılı bir sergileme öncelikle kışkırtıcı olmalıdır; iyi bir sergilemede bir bütünün bölümleri gösterilir yalnızca, üstelik bu bölümler de bütün hakkında üstü kapalı bir bilgi verir yalnızca, bu da gözlere sunulan eşyalara baktığımızda içimizde bir tür sarsıntı oluşmasına yol açar. Şurada işini bilen bir bakkalın dükkânı var, vitrinine ağzımız sulana sulana seyredeceğimiz yemekler dizilmiş. Bir Delft zemini ya da kırmızı kadifeden bir zemin üzerinde kahve, çay, alkol beliriyor; Hollanda Hindistam'nın egzotik kokularına duyarlı müşteriler tuzağa düştü bile. Şurada bir porselen mağazası var: vitrinin ortasında bir masa yükseliyor; ışıl ışıl parlayan bembeyaz örtü, kristaller, şamdanlar kendileri gibi seçkin konuklar bekliyorlar sanki.

Daha uzakta, kadınlar için bir yüksek dikim mağazası var: vitrin mankenlerinin, son modaya en uygun görünümdeki, ama aynı zamanda bu dünyada hiçbir kadın bu güzellikte olmadığından, öbür dünyanın da bir tür yansıması görünümündeki inanılmaz kusursuz vücut ölçülerine göre dikilmiş tayyörler. Daha da uzakta, genel müdürler ya da onlara benzemek isteyenler için büyük terzinin dükkânı var: uzun kış pardösüsü, öykünmesi güç bir rahatlıkla, yumuşak bir fötr şapka, bir çift eldiven ve derisi eski Floransa ciltlerini çağrıştıran ayakkabıların yanındaki bir Chippendale koltuğun üzerine atılmış. Bununla birlikte, gezintiye çıkan ve tüm bu eşyaları kendisine satın alamayacak kişilerden oluşan kalabalık, insanın yakasını bir türlü bırakmayan o sahip olma isteğine karşın, hatta belki de aşırı incelik nedeniyle böylesine gösterişli bir görünüme karşı gelmiyor. Daha özel bir mutluluk duymaya can atan kişiye gelince, aradığını mobilya mağazasında bulacaktır. Yemek salonu, yatak odası, stüdyo, salon, hepsi elinizin erişebileceği ölçüde yakınınızda ve ay ışığında düş evresini aşmış genç görevlinin gelini yatırmaktan başka işi kalmadığı açık bir yatak gibi sıcacık. Pufla tüylerinin ve kayısı rengi süslemelerin arasından gözlere sunulan, en yasal aynı zamanda da en gerçekleştirilemez kentsoylu düş: düşlenen ev, içerden görülen iki kişilik yuva.

Ülküsel yuva düşü burada da düşleyenin olanaklarını aşan görünümle beslenir, düşleyense hep aynı sahneden esinlenir: odalık denen geniş koltuk, Kaliforniya tarzı bar, Faust'un çalışmasını anımsatan kitaplık. Sokağın her köşesinde sergileme, varsıl insanların parasını boş ceplere aktarmak için yeni yeni düşler uyandırır. Üstelik kimse, gündüzleri vitrinleri düzenleyen vitrin düzenleyicisi kadar iyi bilmez bu tür düşlerin gizlerini ve çarklarını. Ama vitrin düzenleyicinin işi yalnızca mal sergilemek değildir, billur gibi bir mutluluğu kurarken malla insan arasında baştan çıkarıcı bir görüntü tuzağı yaratır. Oradan geçen de insanca, bu kapitalist esinli görüntü tarafından baştan çıkarılır; görüntü neredeyse, varlığının nedeni ve unutturması gereken yoksul evlere ya da acınacak kentsoylu mahallelere komşu olduğu için böylesine baştan çıkarıcıdır; vitrinin önündeki süslemecinin yapıtını izler ve tasarlamayı sürdürür.

Küçük kentsoylu kaygılıdır kuşkusuz, ama baş kaldırmaz (çünkü camın ardındaki büyüleyici dünya imrenilecek bir sahip göstermez), kendisi için erişilmez olan bu eşyaların önünde şıklık ve zevk belirtisi o tabloyu -şu beyefendiler bu tabloya kendi varlıklarını uydururlar- kabul eder. Buradaki çiçekler ya da koku için bir kadın da bulunmalı, bolluk ve lüks olmalı bir yerlerde, ama nerede? Noel yaklaşırken, hoşnut edilecek olanlar kendimiz değil de başkaları olduğunda büyük kentlerin tecim mahalleleri dinsel bir havaya bürünür. Işıklı dükkân tabelaları iki kez, üç kez daha güçlü parlar, bu tabelalarda düşler bir çıkar bir iner, maviler, sarılar, kırmızılar, yeşiller, neon şarap saçar, puro dumanı üfler, tüm bu eşyalardan yeni bir çocuk İsa yapar. Vitrinlerin görünümü nasıl aldatıcıysa, bu da öyle gülünç bir imge. Ama denize atılan tüm kahveyi öncelikle vitrinlerde sergilemek kuşkusuz yararlı değil.

Tanıtım Aylası

Yine de tecimsel mal, kendisini satan etiket olmadan edemez. Onu rekabete meydan okusun diye zorunlu çekiciliklerle süsleyen etiket olmadan edemez, çünkü bu rekabete içinde bulunduğu vitrininde yalnız başına karşı koyamaz. Resim ve söz, eşyanın çevresindeki tüm bu patırtı reklamdır. İnsanı, sahip olmaktan sonra gelen en kutsal şeye, müşteriye dönüştüren odur. Kapitalist olmayan başka yüzyılların ve başka ülkelerin de reklamları oldu, ama bunlar ekonomik çatışmadaki bir silahtan çok kendinden hoşnut bir övgüydü. Hem malı da göz önünde bulundurmuyordu, kendi açısından alaya alıyordu, örneğin kömür tüccarlarımızdan biri iyi hizmet verdiğini kapısına Orcus adını asarak duyursaydı durum böyle olurdu. Eski Pekin bu tür dükkân tabelalarını kullanırdı zaten: bir sepetçi dükkânının üzerinde: On Erdeme, bir afyon mağazısmm üzerinde: Lİf Kat Dürüstlüğe, bir şarap satıcısında: En Yüce Güzelliğin Yakınına, bir odunkömürü dükkânının üzerinde: Güzelliğin Kaynağına, bir maden kömürü dükkânının üzerinde: Uçan Halıya, bir koyun eti satıcısında: Sabah Alacakaranlığının Kasabına gibi yazılar okunabilirdi. Ama bunlar, gizliden gizliye çeken mıknatıslardan çok şiirlerdi, hatta kapitalist toplum daha reklama vücut vermeden önce bile, işlevleri çekmek ve eğer yerindeyse, abartmaktı. Süsleyici, reklam yaratıcısı, düş paletini eşsiz bir ustalıkla kullanmasının yanı sıra, büyülenmiş varlığı kendisine karşı koyamayacak hale getirir, onu içindeki müşteri patlaymcaya dek ustaca olgunlaştım. Atlas Okyanusu'nun ötesinden de artık şu tarzda başarılı sloganlar ulaşıyor bize: "İlkbaharda şapkalar artık bir para sorunu olmaktan çıkar"; "Cali for Philipp Morris"; "Purity and a big bottle, that's Pepsicola"; "Modern design is modern design"; "Buick, başarmış iş adamının arabası". New York Times, naylon kadın çorabı alımının yeni yeni biçimler doğurduğunu doğrular bize: "Van Raalte covers you with Leg Gloryfrom sunrise tül dark." Tutumluluk kaygısı, son moda zevki ve yenilik aşkı da beyefendilere randevu verir, bunun bedeliyse aşılmazdır: "Hoıvard Cloythes, styled voith an eye for the ıvorld of tomorrom." Reklam en bayağı eşyadan bir mucize yapar ve her sorundan kurtulmak için o mucizeyi satın almak yeter. Herhangi bir afiş üzerinde şakaklarını bir kokuyla serinleten ya da herhangi başka bir afiş üzerinde birkaç kibar beyefendinin kendisine sunduğu İsviçre çikolatasını kabul eden kadın en mutlu kadını canlandırır. Kapitalist toplumda vitrinler ve reklam düş kuranı çekmek için düzenlenmiş ökse çubuklarından başka bir şey değildir. Parlak ve hiç olmadığı gibi hoş görünen mal da, Marx'ın dediği gibi, öbürünün kişiliğini ve cüzdanını ele geçirmeye ve tüm olası gereksinim ve gerçeği düşkünlüğe dönüştürmeye yönelik yemden başka bir şey değildir. Eşyayı yücelten resim ve metnin de yapabildiği budur, Christmas ve Easter-Values'le-rin sürekli gösterişi. Bununla birlikte, küçükkentsoylu gözlerine atılan baruta karşın, patlamaz ve yeryüzünün bozulmuş tüm Batı Berlin'lerini aydınlatan aşırı parlaklığın da karanlıkları çoğaltmaktan başka bir etkisi yoktur.

( Cogito 5 güz 1995 - Ernst Bloch - Çeviren : Olcay Kunal )

Hiç yorum yok: